top of page
TARİHSEL SÜREÇTE SALGIN KENT İLİŞKİSİ
''Kentlerin gelişiminin tarihi Neolitik döneme (MÖ. 5000-3000) kadar uzanmaktadır. Kentlerde hastalıklar, ilk yerleşimlerden beri görülmektedir. Tarım toplumuna geçişle birlikte temel besin kaynağının tahıllar olmasıyla hasadın iyi olmadığı dönemlerde kıtlıklar yaşanması, hayvanlarda hastalıklar görülmesi, ilk kentsel yerleşimlerde yiyeceklerin doğru bir biçimde saklanamaması ve evcil hayvanlardan insanlara geçen parazitler hastalıklara neden olmuştur. Bu dönemde sistozomyas ve sıtma hayvanların taşıyıcılığıyla, tifo, cüzzam veya dizanteri gibi hastalıklar da insandan insana taşınarak yayılmıştır. Hızla yayılan diğer hastalıklar ise kolera, kabakulak, kızamık ve suçiçeği olmuştur (Jakob, 2008: 737). Platon ve Aristo tarafından kentlerin sürdürülebilirlikleri için nüfuslarının sınırlandırılması gerektiği ifade edilmiştir (Kılıç, 2006: 90). Antik Yunan’da hastalıkların yayılması, tarihçi Lewis Mumford’un (2013: 183) kirlilik toleransı olarak nitelendirdiği duruma bağlıdır. Bu kentlerde atıklar ve gübreler konusunda tedbir yoktur, sıhhi tesisat ve lağımlar bulunmamaktadır. Ancak nadir de olsa Milet ve Delos gibi kentlerin MÖ 8. yüzyılın başlarında drenaj sistemine sahip oldukları görülmektedir. Antik dönemde sadece Yunan kentlerinde değil, Mısır’da ve Hitit’de de salgın hastalıklar görülmüştür. Benzer biçimde Mezopotamya ve Çin tıbbi kayıtlarında, kentlerde salgın hastalıkların olduğu yazılmıştır (Cilliers ve Retief, 2012: 46; Jakob, 2008: 738).
''Antik Roma, dönemi içinde en kalabalık kenttir ve yaklaşık 1,2 milyon kentli yaşamaktadır. Çevre sorunları, daha o dönemde görülmeye başlanmıştır. Roma’da ısınma, pişirme, atıklar ve el işçiliği için odun yakılması hava kirliliğine neden olmuştur. (Mumford, 2013: 182; Jakob, 2008: 738; Cilliers ve Retief, 2012: 46). Roma kentleri, Yunan kentlerinin ızgara (grid-iron) planını ve bölgelemeyi (zoning) yani kentsel fonksiyonların kentin farklı bölgelerinde olduğu şemayı sürdürmüştür. Bu şema kentin savunulmasıyla ilişkilidir ve Roma kentlerinde standart haline getirilmiştir. Ancak bu standart taşra kentlerinde geniş caddeler halinde uygulanırken, Roma’da sıkışıklık, sokaklarda darlık ve nüfus yoğunluğu söz konusudur (Cilliers ve Retief, 2012: 43; Mumford, 2013: 266, 278). İmparatorluğun farklı bölgeleriyle ilişkili olmasıyla Roma’da, kolera, tifüs, dizanteri, sarılık, sıtma ve çocuk felci salgınları sık yaşanmıştır. Mezopotamya seferleri sonrasında yaygınlık kazanan ve imparatorun da aynı hastalıktan ölmesinden dolayı Antonine vebası olarak anılan kızamık ya da çiçek virüsüne bağlı salgında çok sayıda kişi ölmüştür. Roma’daki salgınlarda MÖ 1. yüzyılda 750 bin kişi, MS 2. yüzyılda bir milyondan fazla kişi ölmüştür. (Coppala, 2007: 73; Jakob, 2008: 738; Cilliers ve Retief, 2012: 46, 51; Havlíček ve Morcinek, 2016: 42). Roma’da salgınlara neden olan önemli bir diğer unsur da kentsel hizmetlerin yetersizliğidir. Roma’da fare ve böcekler çoğalacak ortam bulabilmektedir. Halkın çok katlı büyük binalar olan insulalalarda yaşadığı Roma’da, su kilometrelerce öteden kurşun borularla kente taşınmış, kente seramik, tahta ve deri borularla dağıtılmıştır. Ancak suya sosyal statüsü yüksek kişiler erişebilmiştir.
Çok katlı apartmanlarda , su imkanı sadece ev sahibinin yaşadığı zemin katta mevcuttur. Kiralanan üst katlarda (cenaculum) ise kiracıların havalandırma ve ışık için tek pencereleri bulunmaktadır. Bunlarda ise cam yoktur; deri, bez veya ahşap kepenkler kullanılmaktadır. Isınmada dairelerde mangal kullanması sağlık sorunlarını ve yangın riskini de arttırmıştır (Havlíček ve Morcinek, 2016: 35; Cilliers ve Retief, 2012: 49; Jakob, 2008: 739; Coppala, 2007: 73). Roma İmparatorluğu’nda hamamlar, kanalizasyon sistemi ve tuvaletler vardır, ancak katı atıklar ve insani atıkların durumu, İmparatorluk kentleri genelinde kötüdür. Çöpler -insan cesetleri dahil halk sağlığına aykırı şekilde kentin dış mahallelerinde yaygın olan, açık çukurlara atılmaktadır. Roma’da fazla suyu ve atıkları doğrudan Tiber Nehrine deşarj eden ve bir kısmı günümüzde de kullanılan Cloaca Maxima (büyük kanalizasyon) bulunmaktadır. Kentte kanalizasyon birinci kattaki tuvaletlere bağlıdır, kalabalık kira evlerinde ise yoktur. Atıklar doğrudan sokağa atılmakta ya da merdiven altındaki sarnıçlarda biriktirilerek, toplanmaktadır. Atıkların nehirlere atılması su kirliliği oluşturmuştur. Bütün bu unsurlar bir arada veba ve sıtma başta olmak üzere, salgın hastalıkların ortaya çıkmasına ve kitlesel ölümlere neden olmuştur. Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’te tarihin bilinen ilk veba pandemisi; Justinian vebası, gemiler ile Mısır’dan taşınmıştır ve vektör hayvan farelerdir. 200 yıl boyunca hastalık tekrarlamış ve imparatorluk sınırlarını aşarak pandemi haline gelmiştir. 25 milyon kişinin ölümüne yol açan pandemi, Akdeniz’in nüfusunu dörtte bir oranında azaltmıştır (Havlíček ve Morcınek, 2016: 35; Cilliers ve Retief, 2012: 49; Jakob, 2008: 739; Coppala, 2007:73; Mumford, 2013: 273-276)
''Kentleşme, Orta Çağ’da önce feodalite ve sonra komün yönetimleriyle sürmüştür. Roma döneminde Roma Barışı’nın (Pax Romana) kabul edilmesiyle kentlerin surları ortadan kalkmışken, Orta Çağ kentleri yeniden (kale-kent, burg) yüksek surlarla çevrilmiştir (Pirenne, 2014: 56). Belirgin bir plana göre inşa edilmemiş kentler, genellikle daire biçimindedir, hendekle çevirilidir ve çok kalabalık değillerdir. Evlerin aralarında ekili tarlalar ve bahçeler bulunmaktadır (Cilliers ve Retief, 2012: 55). Özellikle Avrupa’da 1050-1250 yılları arasında ticaretin canlanmasıyla, kentler dönüşüme uğramaya başlamıştır. Tüccar kolonileri kale-kentlerin dışında gelişerek, kalabalıklaşmış ve dışkentler yani banliyöler (forisburgus, suburbium) oluşturmuşlardır. Burada yaşayanlara ‘kentsoylu (burjuva, burgenses)’ denilmektedir (Pirenne, 2014: 105,113). Kentlere ticaret fonksiyonunun gelmesiyle, nüfusları kalabalıklaşmış, hiçbir önlem alınmadığından sur içindeki boşluklar dolmaya başlamıştır. Bu durum, sağlıksız bir ortam oluşturmuştur. Orta Çağ kentlerinde arıtma ve atığa dönük belediyecilik hizmetleri yoktur (Pirenne, 2014: 58). Drenajlar çöple dolmuş ve nehirler kanalizasyon işlevi görmüştür. Sağlık sorunlarında artış yaşanması nedeniyle, kenti besleyen su kaynaklarına ve derelere çöp atılmasını yasaklayan yasal düzenlemeler getirilmiştir. Dönemin koşullarında temizlik, toplumsal olarak önem atfedilen bir konu değildir ve kilise tarafından kirlilik, bir tür kutsallık simgesi olarak kabul edilmiştir.
Bu koşullara, soğuk hava ve kıtlık da eklenince, 14. yüzyılda kara veba/kara ölüm salgını ortaya çıkmıştır (Mumford, 2013: 358, 368; Lubell, 2020). Veba, bit ve pire gibi parazitlerin ısırmasıyla insandan insana bulaşmaktadır. Hastalıktan kaçmak için kırsal alanlara giden kentliler, beraberlerinde hastalığı da götürmüşlerdir. 10 yıl ve daha uzun döngülerle hastalık tekrarlamıştır. Hastalığın deniz yoluyla dünyanın diğer bölgelerine taşınmasıyla, kara veba pandemi haline gelmiş, sadece Avrupa’da 20 milyon kişi ölmüştür (Jakob, 2008: 739; Coppala, 2007: 73; TÜBA [Türkiye Bilimler Akademisi], 2020: 21). Veba salgının etkileri, Rönesans dönemindeki kentsel gelişmeye öncülük etmiştir. Kentlerin temizliği sağlanarak, erken dönem karantina uygulamaları geliştirilmiştir. Mimar ve mühendislerin desteğiyle sıkışıklığı gidermek doğrultusunda kent sınırları genişletilerek, daha geniş kamusal alanlar tasarlanmıştır (Lubell, 2020).
''18. yüzyılda buhar makinesinin icadıyla Sanayi Devrimi süreci başlamıştır. Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinden önceki koşulları Fiedrich Engels (1997: 46, 47), İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu isimli kitabında aktarmıştır. Buna göre, kırsal alanlarda evlerde, küçük ölçeklerde gerçekleştirilen üretim, tek pazar iç pazar olduğundan, ailelerin geçimini sağlamaya yetmektedir. Nüfus yavaş arttığından, geçim zor değildir. Ancak buhar makinesi kullanımının yaygınlık kazanması, kırsal alanlarda işsizlik ortaya çıkarmıştır. İşsiz kalan nüfusun kentlere gitmek zorunda kalması, kentlerde gelişen sanayi için hazır iş gücünü sağlamıştır. 18. ve 19. yüzyılda İngiltere merkezli olarak Sanayi Devrimi gerçekleşmiştir. Tüketim mallarına artan talep ile yerel pazarlar, ulusal ve uluslararası pazarlara evirilmiştir. Kırsaldaki üretim, kentlere sanayi fonksiyonu olarak eklenmiş ve hızlı kentleşmeyi başlatmıştır. Fabrikalar için bir düzenleme yapılmamıştır, üretim devamlı sürmektedir. Üretimdeki artış, kentlerin nüfuslarını yükseltmektedir. Erken dönem sanayi kentlerinde 12 saatten fazla çalışmak zorunda kalan insanlar, fabrikaların yakınlarındaki slumlarda (yoksul komşuluklar) yaşamaktadır.
''20. yüzyıl, bilgi devrimi ve hızlı kentleşme çağı olarak nitelendirilmektedir. Bu süreçler, kentleri etkileyen problemlerde de artışlara neden olmuştur. Büyük kentler, modern uygarlığı temsil etse de insanlık, daha önceki hiçbir dönemde doğadan bu denli uzaklaşmamıştır (Chambliss ve Eglitis, 2018: 418; Wirth, 2002: 77). 20. yüzyılda tüberküloz, tifo, çocuk felci ve İspanyol gribi7 gibi hastalıklar; kentsel planlama, gecekondu alanlarında dönüşüme, konut reformuna, atık yönetimine ve modernizme öncülük ederek, kentlerde bölgelemenin yeniden ele alınmasını sağlamıştır. Ayrıca, kentsel tasarımlarda çelik ve cam gibi temizliği daha kolay sağlanabilecek malzemelerin kullanılmasına ve daha havadar mekanların tasarlanmasına başlanılmıştır (Lubell, 2020; Coppala, 2007: 73). Bu dönemde kent planlamayla ilgili alternatif çözümler de geliştirilmiş, Ebenezer Howard tarafından 1898’de (1902’de tekrar yayımlamıştır) sürdürülebilir kentleşmenin erken dönem modeli olan Bahçe Kent tasarlanmıştır (Çınar, 2000:27). 20. yüzyılda kitlesel ölüme neden olan bir başka afet de 1952’de Londra’da yaşanmıştır. Kötü hava şartlarından, ısınma amaçlı olarak aşırı kömür kullanımıyla artan hava kirliliğinden, bir hafta içinde 4000 kişi ölmüştür. Bu felaket kentlerde temiz hava hareketini başlatmıştır (Keleş ve Hamamcı, 1998: 19). 20. yüzyılda kentler için önemli bir kırılma noktası da 1971 yılında mikroçipin icadıdır. Bilgisayar teknolojisi ve otomasyon ile üretim hızlanmış, tüketicilerin ürüne daha çabuk ulaşması, tüketimi arttırmıştır. Otomobil teknolojisinin gelişmesiyle kentsel yayılma ve banliyöleşme artmıştır, ancak bu durum çevresel tahribata neden olmuştur (Chambliss ve Eglitis, 2018: 418). Çevrenin korunması ve kentlerde sağlık düzenlenmelerin öneminin anlaşılmasıyla, sürdürülebilirliğe ilişkin çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1972’de Stockholm’de düzenlenen BM İnsan Çevresi Konferansı, Roma Klubü’nün Büyümenin Sınırları Raporu, BM Çevre Programının (United Nations Environment Programme-UNEP) ve BM İnsan Yerleşimleri Programı’nın (BM-Habitat) kurulması öncü çalışmalardır. Ardından 1992’de BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın (Rio Konferansı) kentleşmeyi ilgilendiren önemli çıktıları, Gündem 21 ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) olmuştur. 2002’de Rio+10 ve 2012’de Rio+20 Konferansları, sürdürülebilirliğin kentsel boyutunun da tartışıldığı konferanslardır. Ancak bu çalışmalara rağmen insanlığın üretim ve tüketim kalıplarında değişim olmamıştır (Simon vd., 2018). Özetle; kentler, insan nüfusunun yoğunluğu, gerçekleştirilen faaliyetler, kirlilik ve insanların hareketliliğiyle hastalık etmenlerinin farklı bölgelere taşınabilmesi sonucu, tarih boyunca kitlesel ölümlere neden olan salgınların kaynağı olmuşlardır. Bu süreçleri hızlandıran bir diğer unsur da kentsel yayılma sonucunda, doğal kaynaklara zarar verilmesidir. Daha önce yerleşilmemiş kırsal alanların kentsel gelişmeye açılması, insanların yeni hastalıklarla karşılaşmasında önemli rol oynamıştır (Jakob, 2008:740; Özden ve Özmat, 2014: 61). Tarihsel süreçte kentlerde farklı sebeplerle gelişen salgın hastalıklar, insanlar için trajik sonuçlar ortaya çıkartırken, bir yandan da sürdürülebilir ve dirençli kentlerin planlanması, tasarımı, altyapısı ve kentsel politikalar bağlamında da değişimleri başlatan temel unsurlardan biri olmuştur.
KAYNAKÇA
Tuğaç, Ç. (2020). Kentsel sürdürülebilirlik ve kentsel dirençlilik perspektifinden tarihteki pandemiler ve covid-19 pandemisi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (Salgın Hastalıklar Özel Sayısı), 259-292.
Chambliss, W. ve Eglitis, D. (2018). Discover sociology. California: SAGE Publications.
Cilliers, L. ve Retief, F. P. (2012). City planning in Graeco-Roman Times with emphasis on health facilities. Acroterion, 51 (2006), 43-56.
Coppala, D. (2007). Introduction to international disaster management. Oxford: Elsevier.
Çınar, T. (2000). Bahçekent modelinin düşünsel kökenleri ve kent bilime katkıları. Ankara Üniversitesi SBF Dergi, 55 (1), 27- 50.
Gürsoy, Ş. T. (2006). Edwin Chadwick. Toplum ve Hekim, 21 (4), 262-270.
Engels, F. (1997). İngiltere’de İşçi Sınıfın Durumu. Ankara: Sol Yayınları (Orijinal yayın tarihi: 1845).
Havlíček, F. ve Morcinek, M. (2016). Waste and pollution In The Ancient Roman Empire, Journal of Landscape Ecology, 9 (3), 33-49.
Jakob, T. (2008). Urbanization and epidemic disease, J. Byrne (Ed.), Encyclopedia of Pestilence, Pandemics, and Plagues içinde (737-742). United States of America: Greenwood Publishing Group.
Keleş, R. ve Hamamcı C. (1998). Çevre Bilim. Ankara: İmge Kitabevi.
Kılıç, S. (2006). Yeni toplumsal ekonomik arayışlar sürecinde sürdürülebilir kalkınma. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 8 (2), 81-101.
Lubell, S. (2020). Commentary: Past pandemics changed the design of cities, 20.03.2020, https://www.latimes.com/entertainment-arts/story/2020-04- 22/coronavirus-pandemics-architecture-urban-design.
Martindale, D. (2012). Şehir, modern kentin oluşumu. (M. Ceylan, Çev.). İstanbul: Yarın.
Mumford, L. (2013). Tarih Boyunca Kent . (G. Koca ve T. Tosun, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (Orijinal yayın tarihi: 1773)
Özden, K. ve Özmat, M. (2014). Salgın ve kent: 1347 veba salgınının Avrupa’da sosyal, politik ve ekonomik sonuçları. İdealkent, 12 (2014), 60-87.
Pirenne, H. (2014). Ortaçağ Kentleri. (Ş. Karadeniz, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Simon, D., Griffith, C. ve Nagendra, H. (2018). Chapter 7-rethinking urban sustainability and resilience, T. Elmqvist, (Ed.), Urban planet: Knowledge towards sustainable cities içinde (149-162). Cambridge: Cambridge University Press.
TÜBA (2020). Covid-19, 01.02.2020, http://www.tuba.gov.tr/files/yayinlar/raporlar/Covid19%20Raporu-revize.pdf.
Wilde, R. (2019). Public health during the industrial eevolution, 23.04.2020, https://www.thoughtco.com/public-health-in-theindustrial-revolution-1221641.
Wirth, L. (2002). Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme. (B. Duru ve A. Alkan, Çev.). İmge Yayınevi, Ankara.
AYRICA BAKINIZ:
https://acikradyo.com.tr/bir-umut-mu-koronavirus-kuresel-salginlar-ve-mimarlik
https://www.youtube.com/channel/UC_uIp6Hlbieier-42bjqGyA
Kentlerin bu yoksul bölgelerinde, arıtım ve kanalizasyon sistemleri bulunmamaktadır. Bu nedenle de salgınların görülmesi oldukça yaygındır. Birçok insan tifodan, koleradan, dizanteriden ve tüberkülozdan ölmüştür (Chambliss ve Eglitis, 2018: 416, 486; Çınar, 2000: 30; Wilde, 2019). 1842 yılında İngiliz bürokrat Edwin Chadwick, kentlerdeki kötü yaşam koşulları ile salgın hastalıklar arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir rapor hazırlamıştır. Böylece İngiltere’de halk sağlığı araştırmaları başlamış ve yasal düzenlemelere öncülük etmiştir (Gürsoy, 2006: 266). Aynı dönemde Amerikan şehirlerindeki yoksulluğunun genişliği ve işçi sınıfının yaşadığı yoksul komşulukların yapısı, kent ekolojisi disiplininin ortaya çıkmasını sağlamıştır (Martindale, 2012: 14; Wilde, 2019). 18. yüzyılda sarı humma, 19. yüzyılda ise kolera ve çiçek gibi salgınlar sonucu kentlerde belediyecilik hizmetlerine başlanmıştır. Ancak sebep, kentlerdeki yoksul komşulukların geliştirilmesi değil, buralardan kaynaklanan salgınlardan, orta ve üst gelir gruplarının korunmak istenmesidir. Böyle de olsa modern kent planlamasının temelleri atılarak; daha geniş caddeler tasarlanması, kentsel arıtma ve temizlik sistemlerinin ve binalarda sıhhi tesisatın kurulması sağlanmış ve banliyöler oluşturulmuştur. Arıtma seferberliği ile kentlerde daha temiz su kaynakları ve yaşam çevrelerine ilişkin bir akım oluşturulmuştur (Lubell, 2020; Çınar, 2000: 32).
bottom of page